Prof.Muhammet Özekes


KUTLANACAK ŞEYLERİN PEK OLMADIĞI, HATTA ARTIK KUTLANACAK FİİLÎ ORTAMIN DA KALMADIĞI ZAMANDA AVUKATLAR GÜNÜNÜ KUTLAMAK…

“BİR ÜLKEDE MAHKEMELERİN OLMASI ADALETİN OLDUĞU ANLAMINA GELMEZ; SADECE ADALETE BİR ŞANS VERİLDİĞİNİ GÖSTERİR”. GERÇEK VE BAĞIMSIZ SAVUNMA, GERÇEK VE BAĞIMSIZ AVUKAT, O ŞANSIN GERÇEKLEŞMESİNİN SOMUTLAŞMIŞ HALİDİR.


“HUKUK HERKESE BİRGÜN LAZIM OLUR” DERKEN ASLINDA “AVUKAT HERKESE BİRGÜN LAZIM OLUR” DİYE ANLAMAK GEREKİR.

“Öyle bir iş yapacaksınız ki size hiç mutlu insanlar gelmeyecek” diye derste anlattığı söylenir bir Hocamızın. Avukatlar çoğunlukla sıkıntılardan, hüzünlerden, suçlamalardan, mağduriyetlerden, zorluklardan, haksızlıklardan ve daha birçok olumsuzluktan aydınlığa, aklanmaya, kurtulmaya, hakka, adalete ulaşırken köprü olan, köprü kuran kişidir.

En demokratik yönetimden en despotik yönetime kadar, her yönetimde iktidar olması olağandır. Yönetimin meşruluğu, demokratikliği ve gerçekten halk için varlığı ise, sağlıklı muhalefet ve toplumsal katılımla mümkündür. Keza en şeklî, görünürdeki yargılamadan en adil yargılamaya kadar da her yerde itham ve karar mekanizması, yani savcı ve hâkim vardır. Engizisyonun salonlarının da, hukuk devletlerinin de mahkemeleri vardır. Ancak yargılamanın demokratik özelliği, meşruluğu bağımsız ve gerçek bir savunmaya mümkündür. Avukat, savunmanın kurumsal tezahürü olarak o meşruluğun varlık bulmuş halidir. Bir ülkede mahkemelerin olması adaletin olduğu anlamına gelmez, adalete bir şans verildiğini gösterir. Evet gerçek avukat işte o şansı gerçeğe dönüştüren kişidir.

Daha mesleğe girmeden başlar avukatın hüzünlü yolculuğu Ülkemizde. Sıradanlaştırılmış, alt yapısı, hocası, kütüphanesi vs. birçok eksiği olan onlarcası kurulan, şeklen varolan bir fakülteden başlar hüzünlü yolculuk. Sonra müruru zamanla avukat olunur, staj adı altında geçirilen sürede, hiçbir kalite ayrımı ve standardı, elemesi uygulanmadan, çekilen bir sürü zorlukla. Ne olduğunu anlamadan hukuk girdabının içinde, adliye koridorlarında yerini alır avukat. Daha yeni bir avukattan, başka ülkelerdeki meslektaşlarının aksine, çok şey beklenir; birden sulh mahkemesinde de, en üst yargı organları önünde de, vicdanında ve omuzlarında o yükü taşır. Belki günlerini verip yazdığı dilekçesine karşı, saatlerce anlamsız bir şekilde duruşma salonunun önünde bekleyip psikolojik olarak yorulduktan sonra, gerekçesiz ve gereksiz sözler duyar “talebin reddine” ya da “bilmem nerden gelen yazı gelmediğinden beklenmesine” şeklinde… Karakollarda, cezaevlerinde tutuklu veya mahkûma eş muamele görür bazen, henüz belki belli olmayan suçu o işlemiş ya da ortağı gibi. İcra memurları azarlar bazen yarım bilgileriyle. Bu arada müvekkile de derdini anlatamaz. “Adalet istiyorum, çok şey mi istiyorum” diyen acılı müvekkillerin hüznü yanında, vekâlet ücretini ödememek için “Ne yaptın ki iki dilekçe yazıp duruşmaya girdin” diyip işini hafife alanlara, arkasında o kadar emek ve yıl, tükenmiş ömür bıraktığını anlatmakta zorlanarak. Kendisine destek olmayan meslektaşlar, hatta kurumsal yapılarla karşılaşır, üzülür bazen avukat. Tek başına kalır hak ararken, adalet ararken, yalnızlık hisseder. Çalışır çabalar bir noktaya gelir, bazı günlük kaygılardan kurtulur bir zaman, ama meslekte bir yere varmanın gurur ve mutluluğunu yaşayamaz, işleyen ve insanı öğüten adalet çarkı içinde. Sadece şu kadar yıl sebebiyle bir plaketi olur. Ne tecrübesi ne bilgisi anlam ifade eder, ilişkiler ve menfaatler ağı içinde.

Avukat haksızlığa uğrayanın ilk yanında duran, ilk elini tutandır. Hâkimin, savcının omuzunda ağlamak mümkün değildir; ancak avukat elini tutup yanında ağlayabildiğiniz, ızdırabınıza katlanan kişidir. Belki son anında elinde tutandır avukat. Faruk Erem Hocanın anlattığı gibi, idam mahkumunun elinden tutarken “hayat sıcaklığından ölüm soğukluğuna geçişi” elinde ve yüreğinde hissedendir. Ve çoğaltmak, artırmak mümkündür hukuk fakültesine girerken başlayan ve bitmeyen bu hüzünlü yolu… Ancak, avukattır hukukun aslî mesleği ve yükselinecek son mertebedir meslekte. Çünkü, hukuk uygulaması, bir kimsenin başkasına haksızlık yapmasıyla başlar. Kendisi haksızlığa uğrayan, bu haksızlık karşısında kendini savunacak birini arar. İşte o kişi avukattır. Yani hukukun ilk mesleğidir. Hâkim ve diğerleri sonra devreye girer. Keza diğer mesleklerde, hâkimlikte, savcılıkta, noterlikte vs. bir yaş sınırı vardır mecburî. Oysa bu meslekleri icra ettikten sonra da, hâkimin, savcının, noterin yükselebileceği tek meslektir düne kadar belki hor gördükleri avukatlık. Çünkü, avukatlık siz onu bırakmadıkça, sizi bırakmayan bir meslektir; bırakmanız da gerçekten zordur. Bir defa içselleştirdiniz mi, bırakamayacağınız bir parçanız olur. Ve iyi avukat olmadan, meselelere iyi bir avukatın gözünden bakmadan aslında iyi hukukçu olmak da zordur. Haksızlığa uğramış birini savunmanın acısını ve çaresizliğini yüreğinde hissetmeden, iyi hukukçu olunamaz zira. Söylenecek çok sözü vardır, lakin susmasını bilir avukat; ama bazen herkesin sustuğu yerde de konuşma cesareti olandır.

Herkes bir gün, belki ötelediği, tekmelediği, küçümsediği, önündeki engel gördüğü hukuka ihtiyaç duyar; yani “bir gün avukata herkes ihtiyaç duyar”. Yarın ihtiyacı olacak şeye, bugün sahip çıkmak, onun en iyisi olması için çabalamaktır akıllı, erdemli, vicdanlı, basiretli olanın yapması gereken. Ama öyle bir meslektir ki gerçek avukatlık, kendisini öteleyen ve engel görene de ihtiyacı olduğunda sahip çıkar sonunda. Çünkü, kapı onunla açılır, onunla kapanır nihayetinde.

Tüm zorluklara rağmen avukatlığı yüreğinde, aklında ve vicdanında gerçekten hisseden, tek kaygısı hukuk ve adalet olan avukatların avukatlar günü kutlu olsun…